Yeni nesil kahvecilerden birinde Kostarika kahvesi olduğu iddia edilen bir çeşit sıvı tüketiyordum. Kahvecide desibelin neden bu kadar yüksek olduğunu düşünürken dikkatim karşı masaya kaydı. Daracık, oval mermer masaya iki kolu ile yaslanmış bir oğlanla göz göze geldim. Benden bakımlıydı, özenli gözüküyordu. Karşısındaki kadına havalı gözükmek için tüm donanımlara sahip gibiydi…
Müzik bir anda durdu ve bir kahvecide duyulabilecek sesler kaldı etrafta. İnsanlar bağırarak sohbet etmeye çalışıyordu. Fenere tutulmuş tavşan gibi kaldılar. Toplu olarak elektiriklerin kesildiği anlaşıldı ve sesler aniden alçaldı.
Karşı masadakiler Pilevneli Sanat Galeri’sine gitmekten bahsediyorlardı. Zaten yakındı, yürüyerek gitseler olurdu. “Fil’i gördün mü?” dedi kadın, oğlana. İnstagram’da çok görmüş ve artık bir espirisi kalmamış. Mainstream olmuş… Yine de gitmeye karar verdiler. Ben onlardan önce kalktım.
Mecidiyeköy’e yürüdüm. Pilevneli Sanat Galerisi’ne gitmedim. Sokaklarını ezbere bildiğim bu haritada dolaştım. Son 20 yıl içinde buralarda neler oldu?
Değişimini adım adım gözlemlediğim bu karmakarışık semt Bandini için Bunker Hill’i neyse benim için de oydu. Sanat galerilerinin, yüksek desibelli müzik çalan kahvecilerin, kapısından buram buram yağ kokusu saçılan tatlıcıların ve milyonlarca insanın yaşadığı dev bir kazan.
Apartmanlar arasındaki gecekondularda yaşayan fakirlerin, orta sınıfın, ailelerin yaşadığı bu semtin son 15 yıl içinde başına gelenleri köşeden izlemek hoşuma gitti.
Ali Sami Yen’de Metallica konseri verilen zamanlardan bu güne arsalar satıldı. Dev gökdelenler geldi. Bir felaket olsa bunca insan nereye sığınır demedi kimse. Gökdelenler şehri sınıflara ayırdı ve kendi içinde mahalleler, farklılıklar oluştu. Fakirler orta sınıf oldu, orta sınıf buralardan taşındı. Şehrin bu noktasını siyahilerden önce öğrenciler keşfetti. Sonra siyahiler öğrencilerden daha hızlı komün oluşturdular ve semtteki emlakçılarını, kuaförlerini açtılar. Bence bayağı güzel oldu. Tabelalar cami yeşilinden Jamaika yeşiline döndü.
Sonra sanat galerileri… Mülki değeri arttırmak için kesin koz olarak kullanılabilir ve tabii kültürel dönüşümü hızlandırabilecek en kestirme yol! Çünkü havalı, çünkü genelin dışında ve çünkü benzerlerinden farklı. Çoğunun olmak istediği gibi aslında… Ne kadar işe yaradığının çok da bir önemi yok, kimlik inşası için kıyafete ihtiyaç duyuyorsanız galerilere gidin. Birkaç seferden sonra hiçbir şey anlamasanız bile birileri sizi entelektüel sayacaktır.
Bu yüzden depremden korunma alanı inşa etmek yerine sanat bilgisini eğitiminin hiç bir yerine dahil etmediğimiz insanları şehrin tam ortasında asla ve asla anlayamayacakları bir galeriye davet ediyoruz. Bu yüzden Contemporary’de blogger’lar eserin önünde fotoğraf çektiriyor ve eserin yüzüne bile bakmadan ekranına eğilip hayalet gibi galeride dolaşıyor, bu yüzden sanat agresif anlatımdan çıkıp popüler kültürün dişlilerinden biri oluyor. Ne ifade etmek istersen iste yeterince dikkat çekemiyor.
Harlem’e düzenlenen kültür turları Şişli’ye yapılır mı bilmiyorum ama bunca kakofoni içinde halkın ihtiyacı olan biraz yeşil, biraz ağaç…
Yazı: Pınar Aksu
Fotoğraf: Alex Francis Buchard