İçindekiler (Hızlı ulaşım)
NE GEREK VARDI GDO’YA?
Resmen besin olarak kabul edilen ilk GDO’lu gıda domates, 1994’te ABD’de satışa sunulduğunda beklenen etkiyi yaratamadı. Bunda kısmen tüketicilerin şüpheci yaklaşımı kısmen de tadının düşünüldüğü kadar iyi olmaması pay sahibi.
Pamuk, soya ve mısırın GDO’suzunu bulmak zor
Sonraki yıllarda GDO’lu üretim büyüyerek ilerledi ve bugün başı çeken ABD’de tüm soya fasulyelerinin yüzde 94’ü, pamuğun ve mısırın yüzde 92’si en az bir değiştirilmiş gene sahip. GDO, böceklere ve tarım zararlılarına dayanıklılığın yanı sıra, mahsul sayısını da artırıyor. Bu da çiftçilerin ve tohum geliştiren ve patentleyen şirketlerin işine yarıyor.
Hayatımıza 2012’de giren ve genetik modifikasyonu devasa şirketlerin laboratuvar ortamından standart bir bilgisayar bağlantılı sisteme indirgeyen CRISPR-Cas9 cihazı, GDO için de yeni fırsatlar sunuyor. Dilersen 3. sayımızın kapak konusunu okuyarak olayı çok daha detaylı öğrenebilirsin.
Cihazın gen kesme makasları ile bilimciler tohum ve evcil hayvanların genetik yapısında daha hassas ve kesin bir şekilde değişiklik yapabiliyorlar. Bu imkân sadece yeni ve daha sağlıklı besinlerin ortaya çıkmasını sağlamakla kalmıyor, ayrıca tarımın güçlüklerini de aşmamıza yardımcı olabiliyor.
İnsanlar bu fikre bir türlü ısınamadı
DNA’yı değiştirmeye yarayan gen modifikasyonu ilk kez 1972’de bir organizmadan diğerine gen taşınması ile gerçekleşti. O dönem bakterilerle başlayan çalışmalar, sene 1988’e geldiğinde bilimciler Bt genli ilk mısır tohumunu üretmeyi başardılar. Bt geni, bitkilerin tarım zararlılarına karşı kendi ilacını üretmesini sağlıyor. Bunu izleyen yıllarda Bt tohumları hızla popüler oldu, zira pestisitlerin kullanımını yüzde 90 azaltıyordu. Ancak bir organizmadaki DNA ile diğerindekinin birleşmesi çoğu insanın GDO’dan nefret etmesine sebep oldu.
Genetiği değişmiyor, düzenleniyor
İnsanların çoğunun bilmediği ise GDO’nun birkaç yıl öncekinden farklı bir noktada olduğu. CRISPR-Cas9 gen düzenleme aracı sayesinde harici organizmalardan DNA kullanımına büyük ölçüde gerek kalmadı. Var olan DNA’daki bir geni açıp kapatmak gibi ufak değişiklikler bir bitkiye belirli bir kalite artışı sağlarken, aynı süreç aslında doğada da sürekli yaşanıyor. Bu sebeple bilimcilerin hatırı sayılır bir bölümü genetiği değiştirilmiş demek yerine genetiği düzenlenmiş demeye başladılar.
GDO’da çığır açacak yeni metot
CRISPR-Cas9 gen düzenleme aracı, değişiklikler için geleneksel metotlara göre çok daha yüksek doğruluk oranı sunarken, pratikliği artırıyor. Ayrıca bazı genleri açıp kapatma gibi yeni bir yeteneği bilimcilere kazandırıyor. Bu iş basitçe şöyle yapılıyor:
- Bir bitkiye bu tekniği uygulamak için bir virüs ya da bakteri tüm hücrelere süreçte gerekli araçları taşıyor.
- Bu metotla DNA’daki belirli bir yer hedef alınabiliyor. Tek işi hedefi bulmak olan özelleştirilmiş RNA kullanılıyor.
- Cas9’un makasa benzer enzimleri, DNA’nın işlem yapılacak bölgesini kesmiyor ama bir aralık açarak istenen genetik malzemenin yerleştirilmesini sağlıyor.
Hücrenin oranım şablonu da en başta yapılacak değişikliği içererek, işin tamamlanmasını sağlıyor.
Zararlılar toksin yerine gen temizleyecek
Tarım zararlıları besin güvenliği açısından önemli bir tehdit oluştururken, yeni men metotu ile çok kısa sürede ortadan kaldırılabiliyorlar. Bir tohuma yerleştirilen ve fareleri uzak tutan gen, bitkinin tüm meyvelerine de kalıtımla ulaşıyor.
- Sıradan kalıtımda genlerin yarıı anneden yarısı babadan geliyor. Genin sonraki nesle geçiş ihtimali yüzde 50’de kalıyor. Ancak gen sürücülü kalıtımda durum değişiyor ve bir bitki yeni geni kalıtımla aldığında kromozom ikilisinde buna uygun olmayan kromozom da otomatik olarak değiştiriliyor. Böylece gen alt nesillere yüzde 100 başarıyla aktarılabiliyor.
- Birkaç nesil içerisinde gen tüm bitki nüfusuna yayılarak, ilgili pestisitlere gerek kalmadan bitki tarım zararlılarından korunmuş oluyor.
EKSTRA DAYANIKLI MISIR
Yeni bir GDO’lu mısır tohumu, yüzde 15 daha fazla mahsul verebiliyor. Bu da, kuraklık, iklim değişikliği gibi faktörler mahsule zarar verse ya da çıktıyı azaltsa bile, elde besin kalmasını sağlıyor.
Genetik modifikasyon açısından bakıldığında ise bilimciler bitkinin rubisko enziminin içeriğini artırmışlar. Rubisko, bitkinin havadaki karbondioksitten karbonu ayırıp güneş ışığıyla birleştirerek büyümesini sağlayan fotosentez sürecinde önemli bir rol oynuyor.
Yüzde 15 daha fazla mahsul veriyor
2018’in sonbaharında tanıtılan bu yeni tohum, yüzde 15 daha fazla mahsul veriyor. Bu da kuraklık sebebiyle ekili tarım alanlarındaki mahsuller açısından sıkıntı yaşayan bölgeler için umut ışığı olabilir.
Birleşmiş Milletler’in iklim panelinde yapılan bir açıklamaya göre bu yüzyılın sonunda Dünya’nın ısısı ortalama 4 derece artmış olacak. Bu da, tohumların değişen dünya koşullarına adapte olmasının gerekliliğini gösteriyor. Bir diğer önemli örnek ise Afrika. Kıtada 233 milyon kişi açlık ya da beslenme problemleriyle karşı karşıya. Bu sebeple tarımdaki mahsul oranının nüfus artışı sebebiyle 2050 yılına kadar yüzde 50 ilâ 70 artması gerekiyor.
Gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkeleri geçti
Aslında bundan 25 yıl önce ABD ve Avrupa’da geliştirilmeye başlanan genetiği değiştirilmiş organizmalar, 2000’lerin başında dünya genelinde 80 milyon hektara ekilmişti bile. 2012 yılında ise gelişmekte olan ülkelerdeki ekili GDO’lu tohum oranı gelişmiş ülkeleri geride bıraktı.
Doğayı daha az etkileyen bu tohumlar, bizleri açlıktan koruyabilirler.
PİRİNÇ, BUĞDAY VE GLÜTEN
Fakir bölgelerde büyüyen çocuklara A vitamini göndermek yerine, bu yaşamsal maddeyi içeren bir pirinç geliştirdiler. Yetersizlik kaynaklı hastalıklar küresel bir sağlık problemi oluşturuyor. GDO, beslenme uzmanlarının bitkilerde vitamin üretimini artırırken alerji oluşturan maddeleri ortadan kaldırmalarını sağlıyor. Lancet adlı tıp yayınının 2008’deki bir çalışmasına göre A vitamini eksikliği 5 yaşına altındaki 670 bin çocuğun hayatını kaybetmesine sebep olurken, 500 bininin de görme engelli olmasına sebep oluyor.
Guatrı bitiren yöntemin aynısı izleniyor
Afrika’nın bazı bölgelerinde çocukların yarısından çoğu A vitamini eksikliği yaşıyor. Altın Çeltik projesinin bakış açısı, tuza iyot ekleyerek iyot eksikliğinden kaynaklı guatrı bitirme noktasına getirmesiyle aynı.
Pirinç dünyanın büyük bir bölümü için önemli bir besin kaynağı ve bilimciler iki gen eklemesiyle bitkinin A vitamininin erken bir evresi olarak kabul edilen beta karoten üretmesini sağladılar.
1982’den bu yana geliştirme ve onay aşamasında olan altın çeltik, ancak şimdilerde Bangladeş, Filipinler ve Endonezya’da ekilmeye başlandı.
GDO’lu buğdaylarda glütenli tohum sayısı az
Bir diğer önemli konu ise glüten duyarlılığı ya da sebep olduğu çölyak hastalığıyla ilgili. Buğdaydaki bir protein olan glütene alerji kısa bağırsağı etkileyerek besinlerin emilimini güçleştiriyor.
Birçok besinde glüten bulunması, glütensiz beslenmeyi güçleştiriyor. Ancak bilimciler, sadece çok az miktarda glüten üreten buğday türleri geliştirmekle meşgul. CRISPR-Cas9 gen makasını kullanan İspanya’daki Cordoba Üniversitesi’ndeki bilimciler, buğdayın DNA’sında yer alan 45 protein üreten genden 35’ini devre dışı bıraktılar. Bu buğdaylarla yapılan çalışma ise alerji ortaya çıkartma ihtimalinin yüzde 85 azaldığını ortaya koyuyor.
ÇÜRÜMEYEN PATATES
Patates Mildiyösü Hastalığı olarak da bilinen bir koşul, birçok patatesin tarladan sofraya ulaşamadan atılmasına sebep oluyor. Bir mantar hastalığı sebebiyle iç kısmında bir yumru ve kararan, çürüyen patatesler, Almanya ve İrlanda gibi ülkelerde ciddi kıtlıklara sebep oldu. Bunun yanında, Hindistan ve çeşitli fakir ülkelerde besin zinciri için önemli bir tehdit olarak görülüyor.
Dünyadaki tüm besinin üçte biri
Dünyadaki besinin üçte birini oluşturan patateslerdeki bu durumu değiştirmek açlık koşullarını da doğrudan etkileyebilir. Ancak yeni bir patates tohumu tarihin tekerrür etmesini önleyebilir.
Mantar hastalığına dayanıklı ve mahsul miktarını artırmak üzere tasarlanmış bu tohum, rüzgarlı iklimlere daha dayanıklı ve siyah noktalar da oluşturmuyor. Üreticinin Innate (Doğal) adını verdiği bu patates, başka türlerden gen taşımıyor.Var olan genlerden bazıları etkisizleştirilirken, başka patateslerden genler eklendi.
İLK GDO’LU ET: SOMON
İki balık türünden alınan genlerle zenginleştirilen somon balığı, daha az besinle daha çok büyüyebiliyor. Yukarıdaki fotoğrafta aynı yaştaki iki somonu görebilirsiniz. Arkadaki büyük olan GDO’lu ve yüzde 25 daha az besinle çok daha fazla büyüyebiliyor.
Bundan iki yıl önce ABD ve Kanada’da besin olarak kabul edilen ilk genetik değişikliğe uğramış hayvan somon balığı oldu.
AquAdvantage adı verilen somon, Atlantik Somonu’na kıyasla yüzde 25 daha az besin tüketirken, yarı zamanda olgun büyüklüğe erişebiliyor.
ABD’nin kapasitesini iki katına çıkartabilir
Kral Somou ve Tatlısu Gelinciği’nden alınan iki gen eklenen yeni somon türü, tek başına ABD’deki balık çiftliklerinin çıktısını iki katına çıkarma potansiyeline sahip.
ABD; somonu büyük miktarlarda Norveç ve Şili’den ithal ediyor. Ancak bu konuda yalnız değil. Türkiye de dahil, birçok ülke kendisine yakın noktalardan ithalat yapıyor. Bu da ciddi bir karbon salınımı anlamına geliyor. AquAdvantage somonu deniz olmadan da, havuzlarda, kıyı şeridinde olmayan yerlerde dahi üretilebiliyor. Bu anlamda ciddi bir taşımacılık yükü ortadan kalkıyor ve 25 kata kadar yüksek karbon salınımın sebep olan taşımacılığa olan gereksinim de ortadan kalkıyor.
GDO konusuna temkinli bakanlar için de bu yeni balık türünün özelliği, üretilen balıkların kısır dişiler olması. Bu sayede başka balıkların olduğu ortama girse dahi, kendisini çoğaltamıyor.
GDO ÜZERİNE TEMEL KORKULAR
GDO’lu ilk gıdanın ortaya çıkışından bu yana, teknoloji büyük bir şüpheyle karşılandı. Birçok tüketici genetik olarak müdahale görmüş tohumların sağlık açısından bilinmeyen etkiler taşıdığından korksa da, ürünler ciddi bir şekilde testten geçiyor ve bugüne kadar GDO ile ilintili bir hastalık bağlantısı ortaya çıkmadı.
Yeni genler diğer canlılara yayılabilir
GDO’lu gıdalardaki genlerin doğaya yayılabileceği endişesi büyük ölçüde yersiz. Zira tohumlar diğer bitkileri polenleyemiyor. Avrupa’daki mısır tohumları doğaya yayılamadığı gibi, mısır da doğada vahşi bir şekilde bitmiyor. Bu tip bir olayı önlemek için GDO’lu tohumların harici bir etkene ihtiyaç bırakılması.
GDO’lu bitkilere daha fazla ilaçlama gerekiyor
Bazı GDO tohumları böcek ilaçlarına karşı daha az hassas olacak şekilde üretiliyor, Bu yüzden çiftçiler zararlı bitki ve canlılara karşı daha fazla ilaçlama yapıyor. Ancak bu tip ilaca dayanıklı tohumların faydalı olmadığı anlaşıldı, çünkü zararlılar toksinlere karşı direnç geliştirdi. Şimdi ise bitkiler bu canlıları uzak tutan yapıda üretilmeye başlanıyor, çiftçiler için ilaçlama masrafını ciddi şekilde azaltacak bu tohumlar, orta vadede daha çok yaygınlaşacak.
Özel şirketler tohum patentliyor
İlk GDO’lu tohumlar büyük şirketler tarafından üretildi ve patentler dolayısıyla bu şirketler ciddi gelirler elde etti. Yeni gen düzenleme araçları ise bu durumu değiştiriyor. Ufak laboratuvarlar dahi GDO’lu tohum üretebilir. Ayrıca bazı eski patentler de serbest bırakıldı.
GDO’lu yiyecekler alerji yapıyor
Yeni organizmalar her zaman yeni alerjenler geliştirme riski taşır. Bu sebeple GDO’lu ürünler standart tohumlara göre daha fazla teste tabi tutuluyorlar ve gen modifikasyonunun en yaygın olduğu ülke olan ABD’de yeni bir GDO’lu besin üretip onayını almak ortalama 13 yıl sürüyor.
İlk GDO’lu ürünlerin pazara çıkışından bu güne kadar, alerji ya da herhangi bir zararlı etkiye sahip bir besinin kayda geçmediğini de not düşelim.
Diğer yandan gen teknolojisi bitkinin DNA’sına göre alerjenleri düzenleme imkânı veriyor ve bilimciler buradan hareketle glütensiz buğday üretmenin peşindeler.
GDO, bağırsak florasını yok ediyor
Yediğimiz her şey bağırsak floramızı etkiliyor ama en hassas test metotlarıyla dahi et, yumurta, süt gibi hayvansal besinlerin sıradan besinlerle mi GDO’lu soyayla mı beslendiğini anlamak mümkün değil. Bu sebeple GDO ya da sıradan besinlerin hangisinin bağırsak floramıza etki ettiğini kesin olarak söylemek mümkün değil.
GDO’lu besinler bilinmeyenlerle dolu ve çok yeni
Bugün yediğimiz muzla doğadaki orijinali arasındaki fark devasa. Tıpkı kahvaltılık mısır çerezleri ya da evcil hayvanlar gibi, birçok şey binlerce yıllık rafineliğin sonucu.
Üretim ve gen düzenlemenin farkı ise hız ve kesinlikte saklı. Eskiden sonuçlar daha rastgeleydi ve istenene ulaşmak nesiller alabiliyordu ama bilimciler artık değiştirmek istedikleri şeyi çok daha kesin ve net bir şekilde kontrol edebiliyorlar. Doğada da gen değişimi canlı türleri arasında sürekli gerçekleşiyor. Örneğin çoğu omurgasız bakteri, DNA’sı taşıyor.